18-19 Nisan tarihleri arasında dernekle birlikte Niğde ve köyleri gezimizi düzenledik ve şahane anılarla geri döndük. İlk durağımız Dedemin ve babaannemin köyü Hasaköy (Αξός) idi. Köyün sakinleri ve akrabalarım bizi köy kahvesinde karşıladılar. Kısa bir selamlaşma, kucaklaşmanın ardından getirilen çaylar, pideler ve ayranlarla bizi ağırladılar. Gönlü zengin Anadolu insanları, tüm misafirperverlikleri ile 40 kişiyi yedirip içirip gönderdiler.
Hasaköy (Αξός) Ruhban okulu
Eskiden Hasaköy ve Konaklı merkez köymüş... Ruhban okulunda -Azize Makrina Kilisesine oradan da Konaklı kilisesinin altına kadar yer altı kenti varmış...
Azize Makrina Kilisesi
2013 yılında Fener Rum Patriği Bartholomeos geleneksel bahar ayinleri çerçevesinde, 90 yıl önce atalarının göç ettiği topraklara gelerek Hasaköy'de bulunan Azize Makrina kilisesinde ayin yönetmiş.
Umarım bizim gösterdiğimiz hoşgörüyü ve hassasiyeti Yunan hükümeti de gösterir ve Yunanistan'da bulunan camilerimizi ibadete açar.
Kilisenin içinde ayrı bir odada bulunan Azize Makrina'nın mezarı...
Burası da babaannemin gelin geldiği Rum evi nam-ı diğer kemerli ev... İçi buz gibi... Şu anda soğuk hava depolu kiler olarak kullanılıyor. Patatesler, elmalar orada saklanıyormuş. Bu evlerden kimler geldi kimler geçti :((((Öyle güzel kültürel varlıklarımız var ki... bakımsız olmasına rağmen hala dimdik ayaktalar...
Son olarak Azize Makrina kilisesi önünde, sarı çiçeklerin içinde kameralara gülümsedik ve Niğde gazozlarımızı içe içe Hasaköy'e veda ettik...
Ardından Konaklı kasabasına diğer adıyla Misli'ye geçtik. Çünkü bizi orada Yunanistan Dedeağaç'tan gelen mübadil arkadaşlar bekliyordu. Onlarla birlikte Hazreti İdris'in mezarının ve ibadethanesinin olduğu düşünülen yerde buluşmamızı ölümsüzleştirdik. Karşılıklı hediyelerimizi sunduk... İyi dileklerle vedalaştık.
Konaklı (Misli) Aziz Vasilius kilisesinin dışarıdan görünüşü... Dışı, içinden iyi durumda... Restorasyon çalışmaları başlamış ama biraz ağır gidiyor gibi...
Kilisenin içi çok büyük ve Hasaköy Azize Makrina kilisesine göre daha korunmuş durumda.... Duvar resimleri, aziz ve melek tasvirleri belirgin... Misli-Konaklı kilisesi turizme kazandırıldığı taktirde çok fazla turist çeker diye düşünüyorum... Çünkü gelecek turizmde :))))
Konaklı-Misli'yi ardımızda bırakıp, müze kapanmadan yetişebilmek için Gümüşler kasabasına doğru yola çıktık.
Gümüşler Manastırı'nın yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber; 8-12 yüzyılda yapıldığı sanılmaktaymış. Çok büyük bir yapı... Hatta Kapadokya bölgesinde günümüze iyi korunarak gelmiş en büyük manastırlardan biriymiş. Uçsuz bucaksız yer altı şehirleri var... Daracık koridorlardan sadece 1-2 metre inebildik. Buralarda yapılar o kadar ilginç ki; evler, kiliseler her yer birbirlerine yer altı şehirleri ile bağlantılı... Biz sadece manastırın orta avlusunu ve kilisesini gezdik.
Orta Avlu...Burada mezarlar ve erzak depoları var.
Sol kapı yeraltı şehrine gidiyor.Yer altı şehrinden yeryüzüne ulaşan havalandırma sistemi ve megafon şeklinde haberleşme sistemi var.Duvar resimleri 1960 lı yıllarda İngiliz Arkeolog-restoratör Michel Gough tarafından tamir edilmiş.
Gülen yüzlü Meryem ve Hazreti İsa tasviri
Yukarıda Andaval'ın eski kilisesi yeni camii...
Artık yavaş yavaş ilk gün biterken, eski ismi ile Andaval yeni ismi Aktaş'a geldik... Camisinin içini görmek istedik köyün imamı koşa koşa geldi bize camii gezdirdi. Rum evi görmek istedik, hemşehrimiz Salim TARIM bize evini açtı, gezdirdi. Mübadele de b İshaklı ya da Ağsaklı'dan gelmişler. Yani Haydar dedemin köyü... Annem hepsini babasına yani Haydar dedeme benzetti....En çok Andaval'ı sevdi...
Bu arada "Andavallımısın" hikayesini de yerinde; Dernek Bşk. Yrd. Osman Bey'den dinleyerek öğrenmiş olduk... Andaval halk arasında "aldatılabilen,saf" anlamında kullanılıyor. TDK sözlüğünde bile argo diye geçiyor. Haksızlık bu orada yaşayan insanlara... Aslında hikayesi o kadar masum ki...
Köy halkı çok misafirvermiş. Bu köyün misafirperverliğini duyan gelmiş. Yazın kendi köylerinde çalışıp paraları biriktirir, kışın Andaval'a geçerlermiş. Andaval'lılar ise gelenlere tanrı misafiri diyerek ev ev o misafirleri paylaşır, uyanık misafirlerini rahat ettirmek için ellerinden geleni yaparlarmış. Artık o kadar ki ; ağıllarda ki hayvanlar bile kesilir, yedirilirmiş. Misafirler bahara kadar türlü bahanelerle bir türlü gitmezlermiş. Bu durum böyle yedi sene devam etmiş.
O kadar çok gelen olmuş ki; Andavallıların ambarları boşalmış. Bu sefer de uyanık misafirler "borç verelim size, ödeyemezseniz sulak arazileri verirsiniz anlaşırız" demişler. Gariban köylüler kabul etmişler. Borç aldıkları para ile yine ambarlar, mutfaklar dolmuş birlikte güle oynaya yemişler. Borç ödeme vakti gelince Andavallı gariban tarlasını, evini gelen pek muhterem! misafirine devredip, tası tarağı toplayıp köylerini, beş parasız terk etmişler.
İşte böyle... Acıklı bir hikaye... Ama Anadolu ile bir şekilde bağlantısı olan her insan böyle değil mi?
Aktaş'lı - Andavallı hemşehrilerimiz bizi yolcu etti.. Buradan Niğde'ye otelimize geçtik..Odalarımıza yerleştik. Yarım saat sonra lobi de buluştuk. Hepimizin yüzünde yorgun fakat mutlu ifadelerle akşam yemeğine geçtik.
İlk gün işte böyle geçti......
Niğde gezisi 2. günden herkese merhaba......
Kahvaltıdan sonra Niğde kalesine doğru yola çıktık. Kaleye gelmeden sol tarafta Sungurbey Cami bütün ihtişamıyla bizleri karşıladı...
Sungurbey Camii İlhanlılar devrinde Niğde Valiliği yapan Seyfettin Sungur Ağa tarafından 1335 yılında yaptırılmış.
Ardından kaleye çıktık. Sol tarafta Alaaddin Camii ve muhteşem kapısı var. Kapının üzerinde gülümseyen taç başlıklı bir kadın yüzü vardı. İşlemelere hayran hayran bakarak kaleye doğru uzaklaştık. Dönüşte öyle bir gölge ile karşılaştık ki hayran kaldık. Başı önünde bir Türkmen kızı gölgesi bizi uğurluyordu. Cami 1223 yılında yaptırılmış. Tek kelime ile büyülendik... Akıllarına emeklerine sağlık. Nur içinde yatsınlar... Yüzyıllardır devam eden bir gösteri var bu camii de... Görmeden ölmeyin demek istiyorum.... :))) O ka yani.....:))
Alaadin Camii'nde tanık olduğumuz resmi bakın Ressam Bahtiyar GÜLSOY nasıl anlatıyor....
"Bu caminin üzerindeki bu resmin taşları yukarıdan aşağı sıraya doğru başlama sırasına göre çok müthiş derecede simetrik bir planı var. Bu simetriden de anlaşılmaktadır ki, bu iş bir mimar işidir. Herhangi bir taş ustasının yapabileceği bir şey değil. Bunun yanı sıra taşları saydığımızda tam 40 adet taş kullanılarak yapılmış bir eser.
Bu eser bana göre dünyada eşine rastlanamayacak bir eserdir. Buradaki olay tamamen gölge ışık oyunudur. Bu gölge ve ışık, günün belirli saatlerinde 09.30 ile 11.00’da meydana gelir. Bu saatlerde güneş ışınlarının buraya yansıması ile o desenlere düşen gölge izlenimleri bu resmi ortaya çıkarıyor."
Ben diyorum ki, bu eseri ortaya koyabilmek için günlerce çizim yapılmalı, geometriyi çok iyi bilmeli. Yani kısacası bir taş ustasının bu resmi çizmesine imkân yok. Benim tahminime göre, bu resimler mimari çizimlerdir. Yani bu tamamen statik hesaplara dayalı bir eserdir."
Niğde çan kulesi karşısı
Kaleden Niğde genel görünüm
Yıllar sonra aynı evde, aynı poz bir farkla...:))))
25 yıl sonra Günay ailesinin kızları, çocukları, torunları annane ve dedelerinin evinde...
55 yıl sonra gelin çıktıkları evdeler...
Niğde Rum mahallesi umarım bir an önce restore edilir ve turizme kazandırılır.
Niğde'de bir Rum evinin üzerinde ki kitabe aynen duruyor....tarih 1852...
Niğde'den ayrılıp Bor'a doğru yola çıktık... Daha Yeşilburç'a helva şenliğine yetişmemiz lazım...Yeşil Bor'da (çünkü şimdiye kadar gezdiğimiz çoğu köyden daha yeşil... Yeşil ve su insanı cezbediyor. Hayat veriyor.) Aziz George (Doktorların piri) ya da Aya Yorgi kilisesinin önünde bizleri Sayın Necmi PİŞKİN, Emin SELAMOĞLU, Asım ÖZKAN, Erkan ÖZKAN, Erkan BAYSAL,Orhan PIRLAK karşıladı.
Kilise ile bilgileri; Araştırmacı-Yazar Emin SELAMOĞLU anlattı. Kilise diğerlerine göre nisbeten daha iyi, korunmuş durumda... Anladığım kadarıyla diğer kiliselerden daha iyi olmasının sebebi kurumlardan dolayı değil, Bor'un bilinçli insanlarından dolayı...
Hayat ağacı
Bebek yüzlü melek tasviri... Burada hiç belli değil ama... Çok güzel... Bir an önce restore edilse ne güzel olur...Kilise ziyaretimizden sonra bizleri yemyeşil bir parka götürdüler ve dört tepsi lezzetli mi lezzetli Rumeli börekleri ile diğer sevgili BOR'lu hemşehrilerimiz bizleri karşıladı.
Derneğimizin flamasını ve diğer hediyelerimizi Bor Balkan Türkleri Başkanı Sayın Abdullah ÖZDAMAR ile Türkiye Gazeteciler Federasyonu Onur Kurulu Üyesi Sayın Necmi PİŞKİN'e sunduk. Bizleri böyle içten karşıladıkları ve canla başla ağırladıkları için buradan tekrar onlara çok teşekkür ederiz.
Ardından toplu fotoğraf... Bor'dan hep beraber kalktık ve Yeşilburç'a doğru hareket ettik.
Gördüğünüz üzere Yeşilburç'a vardığımızda helva tenceresinin dibi gözükmüştü.....:))))
Yeşilburç köyü yemyeşil bir köy... Niğde ile neredeyse birleşmiş durumda... Mübadelede Yunanistan'ın Krifçe köyünden gelmişler. Kırmızı elmanın peşinde, yetiştiği yeri bulup yerleşmek için, yürüye yürüye Yeşilburç'a kadar gelip yerleşmişler. Geçen hafta Ezgi Sertel ile Lezzet Haritası'na konuk oldular ve mübadil yemeklerini tanıttılar. Çokk çalışkanlar... Köylerini tanıtmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu arada Yeşilburç'a geldiğimizde sevgili Hasaköylü akrabalarım bizi karşıladılar. Umarım böyle organizasyonlar mübadil yerleşim yerleri arasında kaynaşmayı da arttıracak.
Yeşilburç'un eski kilisesi, şimdi ki camisi uçurumun kenarında... Uçurumun bittiği yerde bir dere var aheste aheste akıyor.
Yeşilburç köyünün çalışkan muhtarı Sayın Aydın KOYUNCU'ya hediyelerimiz sunduk. Ankara'ya dönmek üzere yola çıktık.
Grubumuzdan birkaç fotoğraf ile sizlere hoşçakalın diyorum... Başka gezilerde buluşmak üzere...
Sevgilerimle
Toplu resim çektirmezsek olmazzz...Grup üyelerimiz de alışmışlardı ama... hemen toplanıveriyorduk...:)))
Yeşilburç'un eski kilisesi, şimdi ki camisi uçurumun kenarında... Uçurumun bittiği yerde bir dere var aheste aheste akıyor.
Yeşilburç köyünün çalışkan muhtarı Sayın Aydın KOYUNCU'ya hediyelerimiz sunduk. Ankara'ya dönmek üzere yola çıktık.
Grubumuzdan birkaç fotoğraf ile sizlere hoşçakalın diyorum... Başka gezilerde buluşmak üzere...
Sevgilerimle