NAİL DEDEMLE BİRLİKTE RAMAZAN BAYRAMI MESAJIMIZ / Sertaç CİHAN


Benim çocukluğumda Ramazan yine yaza gelmişti. Ramazan ayının özelliği, sahurda; akşamdan yoğurulan ve mayalanmaya bırakılan hamurundan pişi yapılır, üşenilmez pişiler kızartılırdı. Bir gün pişi, bir gün soğan, ertesi gün kabak böreği, ertesi gün ekmek balığı, tereyağı, yumurta. Yanında mutlaka taze toplanmış biber, domates, maydanoz, nane, tarhana çorbası. Dört dörtlük sofralarda sahur ve iftar yemekleri yenirdi hep beraber...

Oruç tutsanız da, tutmasanız da mutlaka herkes sahura kalkar, niyetlenenler ertesi gün oruca devam eder, niyetlenmeyenler oruç tutmazdı. Çocuklar öğlene kadar tekne orucu tutardı. Ben uykudan gözümü açamazken, herkes cin gibi kadınlı-erkekli oradan oraya koşturup, masayı hazırlamaya çalışırlardı.

Evde tam bir demokrasi ve iş bölümü vardı. Babaannem ve Dedemle aynı evi paylaşırdık. Fakat aile büyüklerimiz bile, köşelerinde oturmaz kalkar, bir işin ucundan mutlaka tutarlardı. Nihayetinde sahur sofrasına geçildiğinde çocuklar hariç; tüm yetişkinler, günlük kıyafetleri ile masaya otururlardı. Asla sofraya pijamalarla oturulmazdı. Bu durum mübadil Atalarım tarafından "sofraya saygısızlık" olarak nitelendirilirdi. Hele Rahmetli Nail dedem, gömleğini giyer, kravatını takar öyle otururdu sofraya.... Çokk yaşlandığında, küçük küçük adımlarla yürümeye başladığında bile, pantolonunu giyemese de; gömlek ve kravat ile sahur sofrasına oturmayı hiç bırakmadı. Hala hayallerimde altında Sümerbank çizgili pijaması, üzerinde gömlek ve kravatı ile hatırlarım.
Yazının devamı..